NELSON MANDELA DAN NELER ÖĞRENDİK

Ben kalpten yaşamaya çalışan bir adamım ve başlamadan hemen önce size bir Güney Afrikalı olarak söylemek istediğim şey bana en çok ilham veren kişilerden birinin birkaç saat önce vefat ettiğidir. Nelson Mandela özgürlüğe olan uzun yürüyüşünün sonuna geldi. Bunun için bu konuşma onun için olacak. Merak içinde büyüdüm. Bu hayvanların arasında büyüdüm.


Güney Afrika'nın vahşi doğu kısmı olan Londolozi Safari Parkı denilen bir yerde büyüdüm. Burası ailemin dört nesildir safari işiyle uğraştığı yerdir. Evet, hatırlayabildiğim kadarıyla hep yaptığım iş insanları tabiata götürmek olmuştu ve bu yüzden doğadaki bazı deneyimlerimi bu buluşmaya getirme fırsatı bulmak kaderin güzel bir cilvesi. Afrika, insanların hâlâ yıldızlı gökyüzünün ve kamp ateşlerinin altında oturdukları ve hikâyeler anlatıkları bir yerdir ve bu yüzden sizinle bugün paylaşacağım şey birkaç kamp ateşi hikâyesinin basit ilacı olacak, yürekli kahramanların hikâyeleri. Şimdi benim anlatacağım hikâyeler haberlerde duyabileceğiniz hikâyeler değil ve Afrika'nın sert bir yer olduğu doğru olmakla beraber, ben orayı insanların, hayvanların ve eko bize birbirine daha bağlı bir dünyayı öğrettiği bir yer olarak biliyorum. Dokuz yaşındayken Cumhurbaşkanı Mandela ailemle kalmaya geldi. 27 yıllık tutsaklığından yeni kurtulmuştu ve birdenbire olan küresel simge statüsüne alışma dönemindeydi. Afrika Ulusal Kongresi üyeleri doğada gözden uzakta bir yerde dinlenebileceğini ve eski sağlığına tekrar kavuşabileceğini düşündüler ve aslanların basın ve paparazzi için iyi bir caydırıcı olduğu da doğrudur. (Gülüşmeler) Ama bu küçük bir çocuk olarak benim için bir dönüm noktasıydı bu. Yatağına kahvaltı götürürdüm ve daha sonra eski bir eşofman ve terlikle bahçede yürüyüşe çıkardı. Geceleyin, karıncalı ve çubuk antenli televizyonun başında ailemle otururdum ve bahçedeki o aynı sessiz adamın her yanı yüzlerce, binlerce kişi tarafından sarılı görüntülerini izlerdim, çünkü tahliyesinin görüntüleri geceleri yayınlanıyordu. İnanılmaz bir insanlık anlayışına sahip bir adam, bölünmüş ve şiddet dolu Güney Afrika'ya barış getiriyordu. Mandela sıklıkla hapishanenin hediyesinin, kendini dinleme ve Güney Afrika için en çok istediği şeyleri düşünme ve kendinde keşfetme yeteneği olduğunu söylerdi: Barış, uzlaşma, uyum. Bu engin açık yüreklilik ile, bizim Güney


Afrika'da ubuntu dediğimiz şeyin vücut bulmuş haline gelecekti. Ubuntu: Ben senin sayende olduğum kişiyim ya da insanlar diğer insanlar olmadan insan değildir. Bu, yeni bir düşünce ya da değer değil, ama bu benim bu günlerde kesinlikle geliştirmeye değer olduğunu düşündüğüm bir şey. Aslında, Afrika'nın ortak hafızasında kendi insaniyetimizin en derin bölümlerini başkaları ile olan etkileşimlerimiz sayesinde deneyimlediğimiz söylenir. Ubuntu şu an sahnede. Siz bana kim olduğum gerçeğini en derin şekilde gözler önüne sermem için şans tanıyorsunuz. Sizler olmayınca ben boş bir odayla konuşan bir adamım sadece, zaten geçen haftanın çoğunu böyle geçirdim ve bununla aynı değildi.


Mandela ulusal ve uluslararası bir simgeyse, o zaman kişisel olarak bana bu değeri en çok öğreten adam Solly Mhlongo'ydu. Solly, benim Mozambik'te büyüdüğüm yerin 60 kilometre uzağındaki bir ağacın altında dünyaya geldi. Hiç öyle çok fazla parası olmazdı, ancak hayatta tanıdığım en zengin adamlardan biri olacaktı. Solly babasının sığırlarına bakarak büyüdü. Şimdi cidden, niye öyle bilmiyorum ama, sığırlara bakarak büyümüş insanlar aşırı becerikli oluyorlar. Safari işindeki ilk işi safari kamyonlarını tamir etmekti. Ormanın ortasında bunu yapmayı nereden öğrendi hiç bilmiyorum, ama yapardı. Sonra habitat grubu dediğimiz şeyin içine girdi. Parktaki bu insanlar habitatın iyiliğinden sorumluydu. Yolları tamir etti, sulak alanları düzenledi, biraz da yasadışı avlananlarla uğraştı. Bir gün beraber dışarıdaydık ve bir dişi leoparın üzerinden geçtiği bir ize rastladık. Eski de bir izdi, ama eğlencesine dönüp takip etmeye başladı ve size o pati izlerini izleme hızından söyleyebilirim ki, bu adam doktora seviyesinde iz sürücüydü. Solly'yi doğanın ortasında arabanızla geçip de dikiz aynanıza baksaydınız, arabasını yolun 20 sırf bir şeye ihtiyacınız olur diye durdurduğunu görürdünüz. Ona yapıldığını duyduğum tek suçlama bir müşterimizin Solly, gereksiz derecede yardımseversin demesiydi. (Gülüşmeler) İnsanları bu tabiatta profesyonel olarak gezdirmeye başladığım zaman, Solly benim iz sürücümdü. Takım olarak beraber çalıştık. İlk misafirlerimiz sizin Doğu yakanızdan hayırsever bir gruptu ve Solly'ye ayrıca sordular, dediler ki, Aslanlarla leoparları görmeden önce senin nerede yaşadığını görmek istiyoruz. Öyle olunca Solly'nin evine götürdük onları ve bu ziyaret Solly'nin İngilizce öğrenen karısının kapıyı Merhaba, seni seviyorum. Hoşgeldin, seni seviyorum. diyerek açtığı bir döneme rastlamıştı.

Bu küçük evdeki o kocaman mutluluk bende Afrika'ya özgü muazzam güzellikte hisler uyandırıyordu. Solly'nin hayatımı kurtardığı gün, zaten benim kahramanımdı. Sıcak bir gündü, kendimizi nehrin dibinde buluverdik. Sıcaktan, ayakkabılarımı çıkardım ve pantolonumu sıyırıp suya girdim. Solly nehrin kıyısında kaldı. Su kumun üstünde berrak bir şekilde akıyordu, sonra döndük ve akıntıya karşı yürümeye başladık. Birkaç metre ötemizde nehir kıyısından nehrin içine düşmüş, dallarının suya girdiği, gölgeli bir ağaç vardı. Korku filminde olsaydı bu, izleyiciler Oraya gitme. Oraya gitme. demeye başlarlardı. (Gülüşmeler) Tabii ki, timsah o gölgelerin arasındaydı. Bir timsah size saldırdığında ilk hissedeceğiniz şey, o ısırığın şiddeti olur. Küt! Sağ bacağımdan yakaladı beni. Çekiyor beni. Dönüyor. Elimi yukarıya kaldırıyorum. Bir dal yakalıyorum. Beni deli gibi sallıyor. Başka bir canlının sizi yemeye çalışması çok garip bir his ve işte bunun gibi vejetaryenliği teşvik etmenin pek az yolu var. (Gülüşmeler) Kıyıdaki Solly başımın belada olduğunu görür ve döner. Bana doğru gelir. Timsah hâlâ beni sallamaya devam ediyor o arada. Beni bir daha ısırıyor. Etrafımdaki suyun üzerinde akıntıyla birlikte akan kan tabakasını fark ediyorum. Beni ikince kere ısırınca, tekme atıyorum. Ayağım boğazına giriyor, beni tükürüyor. Kendimi dallara doğru yukarı çekiyorum, sudan çıkarken, omzumdan aşağı bakıyorum. Dizimin aşağısı korkunç bir şekilde ezilmiş. Kemik kırılmış. Et yarılmış. O anda bir daha bakmamak üzere ani bir karar veriyorum. Ben sudan çıkarken, Solly derin bir kesitten geliyor, aramızdaki bir kanaldan. Biliyor, bacağımın durumunu görüyor, aramızda bir timsah olduğunun da farkında, ama bakın, bu adam bir saniyeliğine bile olsun yavaşlamıyor. Kanaldan dosdoğru geliyor. Belden yukarısı bata çıka yürüyor. Bana geliyor, kapıyor. Ben hâlâ savunmasız bir durumdayım. Beni kaldırıyor ve omzuna koyuyor. Solly'nin başka bir özelliği de bu, korkunç derecede güçlüdür. Dönüyor, beni kıyıya götürüyor. Beni yatırıyor, tişörtünü çıkarıyor. Bacağıma sarıyor, beni tekrardan kaldırıp araca götürüyor, sonra da tıbbi yardım almamı sağlıyor. Böylece hayatta kalıyorum. Bakın Bakın, şimdi aranızdan kaç kişi içinde timsah olduğunu bildiği derin bir kanala size yardım etmek için gelebilecek birini tanıyor bilmiyorum, ama Solly için bu nefes almak kadar doğaldı. Ve o tüm Afrikada'da yaşadıklarımın çok güzel bir örneğiydi. Daha kolektif toplumlarda biliyoruz ki, kendi iyiliğimiz diğerlerinin iyiliğine oldukça bağlıdır.


Tehlike paylaşılır. Acı paylaşılır. Neşe paylaşılır. Başarı paylaşılır. Evler paylaşılır. Yemek paylaşılır. Ubuntu bizi kalplerimizi açıp paylaşmaya davet eder ve o gün Solly'nin bana öğrettiği şey bu değerin özüydü, onun her an neşeli ve empati dolu hareketleri. Kök kelime insanlarla ilgili olsa da, ubuntu'nun sadece insanlara özgü olduğunu sanırdım. Sonra genç bir kadınla tanıştım. Adı Elvis'ti. Aslında, Solly ona Elvis adını vermişti, çünkü Elvis dansı yapar gibi yürüyormuş. Bacakları ve leğen kemiği doğuştan bozuktu. Bizim doğal parkımıza göç ettiği yol üstünde, bizim doğumuzdaki bir doğal parktan gelmişti. Onu ilk gördüğümde, birkaç güne kadar ölür sanmıştım. Ancak, önümüzdeki beş sene boyunca kış aylarında bizi yeniden ziyarete geldi. Bizse doğada bu alışılmamış izle karşılaşmak için çok heyecanlanır dururduk. Ters bir paranteze benziyordu, o an ne yapıyorsak bırakır ve onu takip ederdik, sonra çok geçmeden varıp, orada sürüsüyle beraber olduğunu görürdük. Ve onu gördüklerinde safari kamyonundaki insanların duygusal tepkileri bir yakınlık hissiydi. Ve bu bana şehirlerde büyüyen insanların dahi doğal yaşam ve hayvanlara karşı doğal bir bağ hissettiğini hatırlatırdı. Ve hâlâ onun yaşadığına çok şaşırırım. Sonra onlarla küçük bir su birikintisinde karşılaştık. Yerde bir oyuk gibiydi. Ve dişi liderin su içtiğini gördüm ve sonra fillerin o güzel yavaş hareketleriyle kıvrıldı, hareket hâlindeki bir kola benziyordu ve sarp kıyıdan yukarı yürümeye başladı. Sürünün geri kalanı dönüp onu takip etmeye başladı. Ve genç Elvis'in heyecanlı bir şekilde tepeye doğru tırmanmayı istediğini gördüm. Bu gözle görülüyordu, kulakları öne doğru geldi, bütün gücüyle öne doğru gayret etti ve yarı yolda bacakları tutmadı ve arkaya doğru düştü. İkinci kez denedi, ve tekrar yarı yolda geriye doğru düştü. Ve üçüncü denemesinde, harika bir şey oldu. Kıyının yarısında, genç bir fil arkasından geldi ve hortumunu onun altına doğru getirdi, onu kıyıdan yukarıya doğru itmeye başladı. Ve sürünün aslında bu genç file göz kulak olduğunu anladım. Ertesi gün dişi liderin bir dal kırıp ağzına koyduğunu ve sonra ikinci bir tane daha kırıp yere attığını seyrettim. Ve o alanda insanlara rehberlik yapan kişiler arasında, sürünün aslında o filin uyum sağlaması için daha yavaş hareket ettiğine dair bir fikir birliği doğdu. Elvis ve sürünün bana öğrettiği şey, ubuntu'nun tanımını genişletmeme neden oldu ve vahşi doğanın katedralinde bize ait en güzel şeylerin tekrar bize yansıdığını görüyoruz. İnsanlığımızı sadece diğer insanlar aracılığıyla deneyimlemiyoruz, aynı zamanda bu gezegende yaşayan diğer varlıklarla da deneyimliyoruz. Eğer Afrika'nın vereceği bir hediye varsa, bu daha kolektif bir toplumun hediyesidir. Ve ubuntu'nun


Afrika'ya ait bir düşünce olduğu doğru olsa da, o değerin özünün burada keşfedildiğini görüyorum. Teşekkürler. (Alkış) Pat Mitchell: Evet Boyd, Cumhurbaşkanı Mandela'yı çocukluğunun ilk dönemlerinden beri tanıdığını biliyorum ve hepimizin duyduğu gibi sen de bugün haberi duydun ve çok üzüldün, dünya için acı bir kayıp olduğunu biliyorsun. Ancak ek bir şeyler paylaşmak isteyip istemediğini merak ettim, çünkü bu haberi bu konuşmayı yapmaya gelmeden hemen önce aldığını biliyoruz. Boyd Varty: Evet, teşekkürler Pat. Mutluyum, çünkü onun için ayrılma zamanı gelmişti. Acı çekiyordu. Elbette karışık duygular içindeyim. Ancak olan birçok olayı düşünüyorum, Oprah'ın şovuna gittiğinde, şovun neyle ilgili olduğunu sorması gibi.  O da şöyle demişti, Aslında seninle ilgili olacak. Bakın, bu inanılmaz bir alçak gönüllülüktür.  O bizim ulusumuzun babasıydı ve Güney Afrika'da yürüyecek bir yolumuz var. Ve her şeyi, Madiba sihri olarak adlandırırlardı. Şöyle ki, bir ragbi maçına giderdi ve kazanırdık. Nereye giderse gitsin, işler yolunda giderdi. Ancak o sihrin bizimle olacağını düşünüyorum ve önemli olan şey, savunucusu olduğu fikri biz de taşıyoruz. İşte benim yapmaya çalışacağım şey bu ve Güney Afrika'nın her tarafındaki insanların yapmaya çalıştıkları şey bu. 
Next
Previous
Click here for Comments

0 yorum: